23 Aralık 2011 Cuma

Nicolas Bi Sus Aq Zaten Kafamız Karışık!

*İlgili linkler içerir

Sarkozy'den ilk açıklama gelmiş, gazetede okudum. Demiş ki* "Ben Türk dostlarımızın görüşlerine saygı duyuyorum. Türkiye çok büyük bir ülke, çok büyük bir medeniyet. Onlar da bizim görüşlerimize saygı göstermeliler." İlk önce bir boş boş baktım sayfaya. Yani bu cümleyi söyleyen kişi bir ülkenin başbakanı. Tamam; bizim başbakanımızın söylediği cümlelerin yüzde doksanına bön bön bakıp hiçbir şey anlayamıyoruz çoğu zaman ama ne bileyim, Fransa başbakanı olunca daha bir garip geliyor cümlelerin tutarsızlığı.

Şimdi; bu Ermeni soykırımı denen şeyin doğru ya da yanlış olduğunu bilecek, söyleyecek kişi tabii ki ben değilim çünkü ne ortada doğru düzgün tutarlı belgeler var ne de zaman makinesi. O yüzden sadece düşüncemi söyleyebilirim ve bana bu soykırıma "Var" demek saçma geliyor. Tabii ki işin içinde benim mensubu olduğum milletle ilgili bir suçlamanın iticiliği de var; bunu kimse inkar edemez. Ermeni soykırımını destekler mahiyette fikir beyan edenlerin de yine Türklerin soykırım yapmadığını destekleyen argümanlar hakkındaki düşünceleri tatmin edici olmadığı yönünde. "Ermeni soykırımı olmamıştır" demek de onlara saçma geliyor ve de tabii ki bu soykırımın gerçekleştiği düşüncesini savunan insanlar içerisinde Ermeni kimliği taşıyanların da yaşadığı bir kendi milletlerinin mağdur edilmiş olduğu düşüncesinden ileri gelen öfke var. Fikirler fikirleri kovalıyor, birinin kesin kanıt dediği karşı taraftakinin kesin kanıt dediğiyle çelişiyor ve sonuç olarak bu tartışma bir tartışma olarak kalıyor hep.

Söylenecek şeyler soykırım iddiasının doğruluğu veya yanlışlığı ile ilgili değil bugün. Söylenecek olan politikanın sadece bizde değil dünyanın her yerinde bombok bir hal aldığı. Şimdi şu lafa bakın ki; Sarkozy bizim insanımızın fikirlerine saygı duyuyor. Yani o kadar saygı duyuyor ki; bizim fikrimizi beyan etmemiz ve Ermeni soykırımı hakkındaki genel fikrimizi söylememiz 1 yıl hapis ve 45bin Euro ile cezalandırılıyor. Onların bu saygısına da bizim saygıyla karşılık vermemiz gerekiyor. Şu söylemin tutarsızlığı ve anlamsızlığı, içinde hem Tayyip'ten hem de Sülü'den bişeyler barındırmıyor mu sizce de?

Özgürlüğü ve özgürlükle ilgili her şeyi kendisiyle ilişkilendiren Fransa'ya yakışmadığından bahsediyoruz ama kimsenin de dediği gibi olmadığı bir dünyadayız; Amerika barış derken petrolü, İsrail güvenlik derken tek bölgesel güç olmayı, İslami yasalarla yönetilen Arap ülkeleri şeriat derken toplumu kontrol altında tutmayı ve israfı kastediyor ve biz de göründüğümüz gibi değiliz ama ne bok yemeye çalıştığımz da belli değil diğer yandan.

Fransa'nın "düşünce özgürlüğüne karşı duran" yeni yasayı bu kadar çabuk ve kararlı biçimde çıkarmasından büyük rahatsızlık duyduk lakin bizim Fransa'ya yakıştıramadığımız bu davranışı kaç yıldır sergilediğimizi bir düşünün. Kaç kişi fikrini beyan etti diye içerde ve kaç kişi de "Ermeni soykırımı vardır*" dediği için yargıda bir araştırın bakalım. Aynı bokun soyuyuz yani. Kaldı ki, kendimizi Fransa'ya karşı savunma biçimimiz de içler acısı: "Siz Cezayir'de*, Cibuti'de neler neler yaptınız, biz onları söylüyor muyuz?". "Siz soykırım yasasını geçirirseniz ben de Ankara'nın göbeğine Cezayir soykırımı anıtı* yaptırmazsam". N'apıyosunuz olum siz? Kabul ediyosunuz olum soykırımı, farkında mısınız? Tipik merkez sağ argümanı; "Siz de yaptınız*, bize laf etmeye hakkınız yok!" Bu söylem Türkiye gibi bir ülkenin içinde işe yarayabilir ve muhalefeti egale etmende yardımcı olabilir ama tutup da bunu uluslararası politikada yapamazsın. Seçim propagandasına benzemiyor bu, 2 çuval kömürle de yanına çekemezsin Fransa'yı.

Durduk yere bir ülke başka bir ülkeyle ilişkilerini niçin bozar? Aslında bunun örneğini yakın zamanda gördük. Seçim propagandası için "Van münit*" deyip ayar verdik İsrail başbakanına. Yalan yok, o sahneyi görünce hepimizin içinin yağları eridi ama tabii ki sonrasında çok da hoş şeyler olmayacağını biliyorduk. Olmadı da. İçerideki dinamiklerle de oynayıp* halkı parça parça böldük* yine aynı amaçla. Yani kendi ülkemizle karşılaştırınca bu da Fransız usulü seçim yatırımı gibi bir şey olarak görünüyor. Biz yapıyoruz, elalem niye yapmasın? Zaten dünya üzerinde son 10-15 yılda düşmanca, ayrımcı söylemlerde bulunup saçma sapan tavırlar sergileyen insanların iktidara gelişine şahit oluyoruz, trend bu yani. Türkiye'de Erdoğan, Fransa'da Sarkozy ve Le Pen, İran'da Ahmedinecad, İtalya'da Berlusconi, Danimarka'da Rasmussen, Hollanda'da Wilders gibi insanların kitleleri etkileyebildiği bu abuk çağın sonu hayırlı bir şekilde bitecek gibi değil. Milletlerin, halkların birbirlerinden ayrıştırılıp düşmanlaştırılması açısından 2. Dünya Savaşının hazırlığının yapıldığı döneme benziyor dünya şu anda; sadece biraz daha modernize hali.

Karşılıklı edepsizliklerle tarihi sorunların çözülmeye çalışıldığı bir binyıla girdik. Son birkaç yılda içerde bokunu çıkardığımız "Özür dileyeceksiniz" inadını da dünyaya biz yaydık gibime geliyor. Kaldı ki bunun bir sonu da yok. Ruslar Çeçenlerden, Japonlar Çinlilerden, Kuzey Koreliler Güneylilerden, Sırplar Boşnaklardan, Fransızlar Cezayirlilerden, Portekizliler Angolalılardan, Hutular Tutsilerden, İngilizler İskoçlardan, İspanyollar Azteklerle Mayalardan ve hatta Haçlılar Müslümanlardan özür dilesin. Dünya böyle çok güzel olurdu aslında ama kazın ayağı öyle değil. Bugün milli duyguları gıdıklayarak belli olmayan bir amaç adına ortaya çıkan bu kutuplaşma; çok da uzak olmayan bir tarihte birbirinden özür bekleyerek tepinen yeni milletler yaratacak. Tarihsel olaylardan politik olarak nemalanmak hiçbir derdine çare olmadı dünyanın ama hala bişeyler umarak devam ediyor bu sistem. Ben de götü başı belli olmayan bir yazının sonuna geldim Zekeriya. Allah sonumuzu hayır etsin.

edit: Yahu çiçek gibi de kadın şu Valerie Boyer ama bir garip yani. Show muhabiri gitmiş bir şeyler soracak kadına, aklı çıkmış kadının. Yahu madem bu kadar tırsıyorsun, ne bok yemeye çıkarttırdın bu yasayı? Napıcaz? Kesicek miyiz yani seni! video*

13 Aralık 2011 Salı

Davuldan Darbuka, Gitardan Ud Yapmak

26 Kasım akşamıydı, hiç unutmuyorum (üzerinden henüz 2-3 hafta geçen şeyleri kolay kolay unutmuyorum), yine Limonlu Bahçe'deydik. Sağolsun arkadaş grubumun tüm elemanları 20li yaşlarda olup 80li yaşların ruhunu taşıdıkları için bir kafeye gidip sobanın dibinde "Aaaah ah, nerde o eski Ramazanlar" kabilinden takıldığından dolayı içim geçmişti yine. Tamam, ekibimizin tamamı pek de hoş olmayan düşüncelere gark olmuş, kötü zamanlar geçirmiş, akşam işten çıkmış falan filan ama o ne lan! Gencecik insanlarız, kafede oturmak niye! Hayır, demiyoruz ki gidelim tepinelim gecenin körüne kadar. Dans mans, ne becerebilirim ne de severim yani. Bak yine asabım bozuldu...

Zar zor bizimkileri çıkardım o huzurevinden lakin yer yön duygularım mıknatısla taciz edilen bir pusulayla benzerlikler gösterdiğinden gidelim dediğim hiçbir yeri bulamadım. Allah'tan Emre vardı da, en azından Baykuş'u bulabildi. Baykuş, yıllar önce ablama korumalık yaptığım dönemlerde mecburen gittiğim sıkış sıkış bir yerdi. Bayıktı açıkçası. Gitmek için orayı seçme nedenimizse kapalı bir mekan olmasına rağmen sigara içilebiliyor olmasıydı, başka bir şey değil yani. "Belki yıllar içerisinde değişmiştir" diye bi deneyelim dedim.

Değişmemiş.

Hala sıkışık (çok da kalabalık olmamasına rağmen) ve loş bir yerdi. Yine de bizim ekibin yüzünde bir tebessüm buldum; silkinip kendilerine geldiler ve sadece ayakta durup bağıra çağıra sohbet ederek üzerlerindeki ölü toprağını attılar bir anda. Çok üzüldüm. Şu halimize bak ya. Kaç yaşındayız lan daha...

Tam karşımızda bir sahne olduğunu farkettim Emre önümden çekilince; deve gibi herif, bütün görüş açısını kapatabiliyor insanın. "Oha" dedim; "yoksa, yoksa burda canlı müzik mi var?" Varmış. Baykuş'a artı 1 puan. Sonra sırayla sahneye 4 tane eleman çıktı. Eski çizgi filmlerdeki Alman yerlileri gibi giyinmişler öyle kafalarındaki şapkalarda bi tüy eksik (Alman yerlisi ne lan :S). Çok da bir beklentimiz yoktu ki, ekibin içinde bir keman farkettim. Ne güzel şey lan keman. Gitar, bas gitar, davul, keman. Beklentim yükseldi vallahi. Sonra başladılar, çaldılar, çaldılar ve biz de şıkır şıkır oynadık. Evet, bildiğin şıkır şıkır oynadık. Çaldıkları şarkıları da söylüyorum; Killin in the name (Rage Against The Machine), Overload (Sugababes), Billie Jean (İbrahim Tatlıses!) vb. şeyler. Adamlar gayet bildiğin nihavend makamında çalıyor lan. Sahneden indikleri gibi dedim ki "Olum ben bunlarla tanışçam, bişeyler sorucam bunlara". Arkadaşlarım "Yapma" dedi, "Manyak mısın olum ne sorucan" dedi, dinlemedim. Ter içinde, elindeki rakıyla sahneden inen adamın yolunu kestim ve "Seninle konuşabilir miyiz?" dedim. Biraz garip göründüm sanırım o an. Ben de bi değişik hissettim "N'apıyorum lan ben ?!" dedim kendi kendime ama artık iş işten geçmişti. Çok iyiydi lan adamlar.

İsimleri "Besidos". Yaptıkları iş ise bilindik şarkılara folklorik coverlar yapmak. Gayet de güzel olmuş, bir Anadolu düğünündeymiş gibi hissettiriyorlar insana ama Balkan tadı da var, Country var azıcık, ne bileyim işte biraz İspanyol tınısı falan hep karıştırmışlar birbirlerine.

Vokal Hüseyin Köroğlu; Baykuş'un kapısının önünde yakaladım adamcağızı. "Ya abi, çok güzel ya siz nerden çıktınız böyle?" dedim, "Almanya'dan geldik" dedi. Alamancı bir genç (40 yaşında ama genç işte). Taa 80lerin sonlarında lisedeyken kurulan bir grup Besidos. O zamanlar adı Besides'mış. Bir yandan müzik yaparken bir yandan da Alman ARD'de prodüktörlük yapan Hüseyin, Baykuş'tan gelen "Gelin abi bikaç akşam bizde çıkın" teklifini geri çevirememiş. O kadar heyecanlıydı ki adam, sanki MTV'ye çıkıyor. İstanbul'a gelirken gruptaki diğer arkadaşlarına "Bizans'a, Osmanlı'ya, Rumeli'ye gidiyoruz olum!" dediğini anlattı bana. Yani adam bildiğin buralara hayatında 2-3 kez gelmiş, ve bu da onun için müthiş bir tecrübe ve avantajmış (yine onun deyimiyle). Yahu biz her hafta sonu geliyoruz, bizim için müthiş bir çile ve ızdıraptan başka bir şey değil. Sanatçı olmak lazım demek ki. Ya da mazoşist. Bilemiyorum.

Yaptıkları müziği "Etnisite müziği" olarak adlandıran bir grupla karşı karşıyayız. Etnisite kelimesini genelde bizim alehimize gelişen siyasi olaylarda duyduğumdan kulağıma pek hoş gelmedi, ukalalık yapıp "Biraz country, biraz orta doğu, biraz Balkan falan var sizde..." diyecek oldum, Hüseyin verdi ayarı: "O etnisite işte. Zaten folk dediğin dünyanın her yerinde aynı değil mi? Sen göremiyor musun country müziğin ne kadar Arap müziğine benzediğini; Arap müziğinin ne kadar Balkan müziğine benzediğini?" Ezildiğimi hissettim bi an. Adam haklı.

BİR "İSMAİL YK" DEĞİLLER

Yurt dışından gelen bir insanla oturup muhabbet ederken konu illa ki "Abi biz orda nasılız, neler yapıyo bizim gençler, oralarda bize nasıl bakıyolar?"a geliyor. Yani Hüseyin'in dediğine göre biz nasıl bakıyorsak onlar da öyle bakıyormuş: Gayet normal. "Oralarda da işinde gücünde insanlar bizim Türkler. Tabii ki buralara Türklerle ilgili olumsuz olayların haberleri geliyor (son dönemde yaşanan kundaklama, cinayet vakalarından bahsediyorduk da) ama bunlar Türkiye'de de olan şeyler. Aşırılıklar ufak tefek her yerde var" diyerek yüreğime anlayamadığım bir şekilde su serpti. Müzik anlayışındaki farklardan, Türk milletinin tipik özelliklerine kadar geldi konu bir ara ki tek sorumlusu da bendim; geyiğe bir başladım mı taa nerelere çekiyorum, çok gevezeyim. Dedim ki "Kardeş, bak öyle bir şarkıyla bitirdiniz ki, yordu bizi. içimizi geçirdi. Biz böyle şeyi sevmeyiz. Hareketli şarkıyla bitireceksin eğer kendini Türk'e beğendirmek istiyorsan"... Sigarasından bir nefes çekti ve "Çok da s..imdeydi" bakışıyla "Bizde böyle. Her şeyin sizin istediğiniz gibi olması gerekmediği gerçeğine alışacaksınız. Belki o zaman tatminkar olmayı, yetinmeyi öğrenirsiniz. Biz burda sanat yapıyoruz." şeklinde atarlı bir cevap verdi. Alındığımı gördü ki devam etti: "Siz her şeyin istediğiniz gibi olmasını isteyerek beklentinizi yükseltiyorsunuz; bu da tatminsizlik getirir. Alışkanlıklara çok bağlısınız, onlardan kurtulun ve biraz etkileşin." Bunun üzerine ben de daha fazla surat asmadım.

Şimdi ben biriyle röportaj yaparsam (hemmen de röportaj yapıyorum oldu yalnız!) konuyu paraya getirmez miyim? Getirdim tabi. Efendim, bu iş para için yapılmıyormuş. "Avrupa'nın birkaç ülkesine gidip konser verdik ama elimize kazanç olarak bir şey geçmedi. Zaten bu işi para için yapamazsın. Para için yaparsan (çok afedersin) orospu olursun." Çok net oldu.

En son artık adamı öyle bir rehin aldım ki, içeriden görevliler çıkıp beni lafa tutarak Hüseyin'i kurtarmaya çalıştılar. Yani ben de anladım zaten. Elime CD'lerini tutuşturup beni uğurlarlarken Hüseyin de hala elinde rakı bardağıyla dolaşıyordu. Temiz içiyor adam. Ne meze ne yiyecek var lan. Bildiğin kola içer gibi rakı içiyor adam. Helal olsun. Aklınızda bulunsun; en geç mart ayında tekrar gelecekler Baykuş'a. Bu arada internetten sağdan soldan takip edin de geldiklerinde kaçırmayın derim. Hatta diyorum: Kaçırmayın. Aşağıdaki linklerden de bi bakın bakalım, boşuna mı yazmışız bu kadar yazıyı. Sen de bak Zekeriya. Seversin.

Besidos Facebook Sayfası

Besidos.de