27 Nisan 2011 Çarşamba

Lezzet Dudakları VI - Özsüt

Şu anda size Gebze Center - Özsüt’den yazıyorum gençler. Nassınız? İyi misiniz? İş güç nasıl inşallah? Oh on pek ala, pek ala. Size Özsüt anlatayım diye Meydan’da rakı – El Clasico kombinasyonunu elimin tersiyle bir kenara ittim, sevildiğinizi bilin. Hava da soğuk, b.kum bağırsaklarımın içinde donmak üzere. Şimdiden 1-0 geriye düştü Özsüt. Ulan insan bir sorar “Üşüdün mü panpa, ısıtıcının düğmesine basıvirem mi?” diye. Hemen karşımdaki masada oturan dayıların üzerinde mont olmasına rağmen neden onlarınki yanıyor da benimki yanmıyor arkadaşım? İnsan evladı değil miyim ben? Hayvan evladı mıyım? Benim anam inek mi?

Gelir gelmez hemen yanıma bir garçon geldi, bak bu iyi bir şey. Bir baktım; tanıyorum lan ben bunu! Daha önce Pusula’da çalışıyordu bu. O beni tanımadı. İlginç. Ses etmedim ben d... Bak işte, hemen çaprazıma 2 kişi oturdu, hiç sormadan yaktılar ısıtıcıyı, verdiler alevi beyinlerine. Bak ya. Neyse. Her zamanki gibi bir Türk kahvesi (orta şekerli ) ve bir de sade soda. Sonuç: Kalp krizi. %100 çalışıyor. Bir de menü istedim, aslında menülerinde neler olduğunu az çok biliyorum ama değiştirmişler şekil olmuş bir bakayım. Sora gitti bu. Evet.

Tekrar geldi. Bu arada ben de wireless şifresini sordum, söyledi, denedim, çalışmadı. “Gel” dedim “panpa” dedim, “Çalışmıyo bu şifre” dedim. “Alala?” dedi. “Çalışması lazım” dedi. “Hepsi büyük harf, bitişik, Özsüt Özsüt yazacaksın” dedi. Dediğini yaptım. Çalışmadı. Tekrar “Alala?” dedi. Baktım yüzündeki ifade bi önceki “Alala?” ile aynı, aynı diyaloğu bir daha yaşamamak için “Tamam yea neyse boşver” dedim, geçiştirdim. Offline yazıyorum anlayacağınız. Böylece küfürleri bipleyebilirim. Kahvem de geldi bu arada. Çarşıdaki Mado hakkında ne yazdığımı okuduysanız (hiç sanmıyorum), oradan da pek memnun kalmadığımı görmüşsünüzdür (Mado da kahroldu zaten). Lakin anlattığım mekanlar arasında içtiğim en iyi kahve o beğenmediğim Mado’daydı. Ara sıra hala gidiyorum oraya, buranın aksine aradan geçen zamanda kendilerini geliştiriyorlar. Velhasıl; kahve hiç de güzel değil. Orta şekerli değil de, bol klorlu olmuş.

Kahvenin ardından istediğim frambuazlı panna cottayı yiyorum şu an. Tek kelimeyle hayal kırıklığı. Şimdi bunu görse Sezai çok şaşırır; zira birkaç ay önce geldiğimizde de aynını yemiştim ve g.tüm düşmüştü (bipledim). Herhalde 3-4 ay önce hazırlamışlar 1 yıllık panna cottayı, biri istediğinde dolaptan çıkarıp servis ediyorlar. Yani lezzet; eh. Görüntü; e yani. Ama kalite? Abi bu kesinlikle bayat. Yani bunun bayatı nasıl olur derseniz böyle olur derim; pek bayatlayacak türden bir yiyeceğe benzemiyor. Yani olsa olsa bozulur, çürür, ekşir falan yani ama hakikaten bayat lan. Çok garip.

Yukarıda yazdıklarıma bakıp aldanmayın; burası Gebze’de gelinebilecek en iyi yerlerden biri. Burada bir mekânı illa yiyip içtiğinize göre değerlendiremezsiniz. Biraz da kafayı kaldırıp etrafa bakmak lazım. Tahta masaları, hasır koltuklarıyla aslında hoş bir yer. Yani Özsüt işte, bildiğin Özsüt. Köşe koltukları falan var böyle minderli falan, onlar da oldukça rahat geniş. İyi yani. Fiyatlar Gebze gibi bir yer için gayet de güzel olmakla birlikte, sudan ucuz da değil. Daha ucuz olmasını gerçekten istemezsiniz; yoksa tüm masalar çaylarını 1 saat önce bitirmiş höbey höbey bağırarak konuşan harrolarla dolu olurdu. Kurtarılmış bir bölge olduğundan, müşteriler de gayet hoş, şık, şeker, sevimli, böyle ne bileyim; insanın içini ısıtan cinsten. Hele ki uzak köşede oturan iki tane var ki… Neyse. Ayrıca işletmecisi de gayet hoş bir abla, onun için de gelinebilir yani; söyleyeyim. Yani böyle çok zorlarsanız Blake Lively’e benzetebilirim sizin için. Geldiğimden bu yana çalan müzikler de Sezen Aksu, Nazan Öncel, MFÖ falan. Gebze’de bulunan böylesi bir mekânda Serdar Ortaç duymamak insanı hem şaşırtıyor, hem de sevindiriyor. Masaların arasında size musallat olmadan, lafınıza karışmadan dolaşan çalışanlar görmek sizi rahatlatıyorsa, burda o da var.

Sonuç olarak: Buraya gelin arkadaşlar. Türk kahvesi içmek, panna cotta yemek zorunda değilsiniz. Yaptığımın hıyarlık olduğunun farkındayım; insan bir kazandibi, bir profiterol falan yer. Özsüt lan burası! Ama işte anlayın siz de beni; kazandibi bayık, profiterol de ağır geliyor yani. Siz de onları yiyin, bana anlatırsınız. Hadi bakalım. Daha eve gidip yazıyı yayınlayacağım falan; işim uzun benim. Eyvallah.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder